Ermeni Soykırımı İddiaları (Ermenice: Հայոց Ցեղասպանություն) genel olarak dünyada tarihçilerin, Osmanlı Devleti'nde iktidarda bulunan İttihad veTerakki Partisi hükümetinin 1915 yılında Anadolu'da yaşayan Ermenilere karşı sistematik bir yok etme harekâtı ve soykırım yaptığı şeklindeki görüşleridir. Soykırım kavramı Rafael Lemkin tarafından bulunmuştur. Rafael Lemkin, kavramı Yunanca "genos" (ırk) ve Latince "ceadere" (öldürmek) kelimelerini bir araya getirerek oluşturmuştur. 1915 tehciri ve Irak'ta Hıristiyanlara yönelik katliamları inceleyen Lemkin 1933 yılında İspanya'da uluslararası bir konferansta bir kişiyi öldüreni yargılamak mümkünken, bir milyon insanı ölüme göndereni yargılamak niçin mümkün olmuyor sorurunu ortaya atarak uluslararası bir soykırım sözlemesi çabası içine girdi. Soykırım sözcüğünü 1944 yılında ilk olarak kullanan Raphael Lemkin, BM Soykırımı önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin ilk savunucularındandı. Lemkin, Ermeni meselesini 20. yüzyıla ait kesin bir soykırım örneği olarak tanımlıyordu.Buna rağmen dünya gündemine 1965 yılında girmiştir.
1915 yılında gerçekleşen Ermeni Tehciri'nin, Doğu Anadolu'daki Ermeni toplumunu yok etme amaçlı olduğu savunulmakta ve 1 ila 1.5 milyon Ermeninin öldürüldüğü öne sürülmektedir. Soykırım tezinin asıl dayanak noktası, zamanın Osmanlı ordusu tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen katliam, tecavüz ve fena muamelelerden daha çok, Osmanlı Devleti'nin tehcir adı altında kendi vatandaşlarına karşı gerçekleştirdiği ve devlet eliyle planlanan ve yönetilen bir eylem olmasıdır. Türk resmi politikarı ve tezine göre iseBirinci Dünya Savaşı nedeniyle gerekli lojistik ve güvenlik sağlanmadan yapılan tehcir harekâtına Osmanlı Devleti'ni zorlayan sebep ise savaş esnasında çıkan Ermeni ayaklanmalarıdır.
Soykırım iddiaları karşısında Türkiye Cumhuriyeti resmî politikasında, Ermenilerce öldürülen birçok Türk'un yanısıra, tehcir sırasında ve sonrasında birçok Ermeninin öldüğünü kabul etmekle birlikte, bu ölümlerin sebebinin sistematik bir soykırım değil, savaş koşulları, hastalıklar ve Ermeniler'in zorunlu göçünü kolaylaştıracak imkânların bulunmaması olduğunu öne sürmektedir.
Günümüzde İsviçre'de Ermeni soykırımının reddedilmesi suçtur. Benzer bir yasa taslağı da Fransız meclisinden geçmiş, yasalaşmak için senatoda onay beklemektedir. Bunun dışında 20 kadar ülke, parlamentolarında, Ermeniler'in soykırıma uğradığı iddialarını tanıyan yasaları kabul etmişlerdir. Amerika federal anlamda böyle bir yasayı kabul etmemesine rağmen yasa, eyaletler bazında 50 eyaletten 36 sında kabul görmüştür. Kimi ülkelerde ise (İsrail, İngiltere) soykırım kelimesi yerine "katliam " kelimesi yeğlenmiştir.
Tarihçesi
Roma İmparatorluğu döneminde mezhep farkı yüzünden problemler yaşayan Ermeniler, Selçukluların 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nı kazanarak Anadolu’ya yerleşmesiyle birlikte dinsel anlamda daha özgür bir konuma geldiler. Ermenilerin M.S. 451 yılında Bizans kilisesinden ayrılmalarından ötürü Roma İmparatorluğu ile yaşadıkları ciddi problemler Selçuklular döneminde sona erdi. Türk ve Ermeni halkları, 1877 yılına dek sorunsuzca ve iyi ilişkiler kurarak birlikte yaşadılar. Ancak, Fransız İhtilalinin getirdiği milliyetçilik akımının Balkanlarda hissedilen isyanlara donüşmeye başladığı süreçte Rusların Balkanlar üzerindeki politikalarının bir uzantısı olarak içten içe desteğinin de etkisiyle Osmanlı kaynaklarında Millet-i Sadıka olarak adlandırılan Ermenilerde ilk uyanışlar başladı.1877’de İsviçre’de Marksist felsefeden esinlenerek kurulan Hınçak örgütü, Ermeni toplumu içinde milliyetçi akımların giderek gelişmesine ön ayak oldu. Hınçak örgütü ile, 1890’da Tiflis’te kurulan “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği” (Taşnaksutyun), Ermeni halkını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtıp silahlandırmayı ve nihayetinde bağımsız bir devlet kurma hedefine yönelik eylemlerini sürdürdüler.
Osmanlı'nın 1877-1878 yıllarındaki Rus harbini kaybetmesinin ardından, Trabzon'a kadar olan bölge Rusya'nın yönetimine geçti.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti, İngiliz ve Fransız ordularına karşı birçok cephede savaşırken, Ermeniler de doğuda Çarlık Rusya ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna saldırmaya başlamış ve Kayseri, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Ankara, Van, İzmit, Adapazarı, Adana, İzmir gibi pek çok şehirde isyanlar çıkartmışlardı. Osmanlı Devleti bu ayaklanmaların önüne geçebilmek ve daha fazla kan dökülmemesi düşüncesiyle önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirdi. Bu barışçıl tavrın sonuç vermemesi üzerine 24 Nisan 1915'de Osmanlı Devleti, isyanları örgütleyen tüm Ermeni komitelerini kapattı ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhinde faaliyette bulunmak suçundan tutuklattı. 27 Mayıs 1915’te de Sevk ve İskan Kanunu’na göre, özellikle doğudaki Ermenilerin, yine zamanın Osmanlı toprakları olan Irak, Suriye ve Lübnan gibi bölgelere göç ettirilmesi kararlaştırıldı.
En son Fransa olmak üzere bu iddialar Arjantin, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Polonya, Venezuela ve Şili [1] ülkeleri tarafından tanınmıştır.
Türk tarafının tezine göre bu yerdeğiştirme (tehcir), bir soykırım ya da katliam değil, düşmanla işbirliği yapan ve ülkenin birliğine zarar veren bir topluluğun zararlı faaliyetlerinin engellenmesi amacıyla ve iç güvenlik nedeniyle başka topraklarda yerleşime zorlanması yönünde alınmış bir önlemdir. Osmanlı arşivlerinde (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık arşivi) göçe tabi tutulan Ermeniler için yolculuk sırasında rahatlarının sağlanması, can ve mallarının korunması için buyruklar olduğu görülmektedir. Osmanlı Bakanlar Kurulu'nun 30 Mayıs 1915 tarihli kararıyla, Ermenilerin canlarının ve mallarının korunmasını, göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlayabilmeleri için yardımın yapılmasını, ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmasını, hükümet tarafından evler yapılmasını, alet ve teçhizat temin edilmesini, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanmasını, sağlık durumlarının hergün doktorlar tarafından kontrol edilmesini, hasta, kadın ve çocukların trenle gönderilmesini ve alınması gereken daha pekçok önlemi bildiren emirler yayınlamıştır. Ayrıca, tehcir sırasında Ermenilere karşı herhangi bir saldırıda bulunanların tevkif edilerek, Divan-ı Harp Mahkemesine sevk edilmesi ve en ağır şekilde cezalandırılmaları da karara bağlanmıştır.
Tehcir edilen Ermenilerin önemli bir bölümü, isyanları önleme girişimleri sırasında, savaşın zor şartları altında göç yollarındaki hastalıklarda, soygunlarda ve Osmanlı hükümetince kontrol edilemeyen bazı fanatiklerin saldırıları neticesinde yaşamlarını kaybetmişlerdir. Öte yandan Rus işgali ve Ermeni isyanları nedeniyle 1914-1915 yılları arasında yaklaşık 800 bin Türk de göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göç sırasında da binlerce Türk ölmüştür.
1948 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler kararlarına göre de Ermeni tehciri soykırım olarak kabul edilmemiştir.
Bilimsel araştırmalar [değiştir]
Ermeni soykırımı birçok araştırmacı tarafından araştırıldı. Bazı ülke parlamentoları siyasi olarak Ermeni soykırımı tezini tanımış olsalar da, bilimsel araştırmalar ortak bir paydadan henüz çok uzaktalar. Özellikle son zamanlarda ortaya konulan araştırmaların sonuçları gittikçe Türk tezini güçlendirmeye başlıyor.
Ermeni soykırımı yaygınlaşmasının temel taşını koyan isimler,Amerika'nın 1913-1916 yıllarındaki Türkiye büyükelçisi Henry Morgenthau ve Alman teolog Johannes Lepsius'dur. Henry Morgenthau'nun Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü (1919) geçmişte olduğu gibi bugün de sözde soykırım iddialarının bir numaralı kaynağı olarak görülmektedir. Ancak kitabın daha sonra büyükelçi için Amerikalı gazeteci Burton J. Hendrick tarafından yazılmış tümüyle uydurma bir kitap olduğu kanıtlanmıştır. Amerikalı iki büyük tarihçi Sidney B. Fay ve Harry E. Barnes kitabın 'tümüyle fabrikasyon'olduğunu ortaya koymuşlardır.
Öte yandan, Lepsius bugün Ermeniler için bir İkon ve kurtarıcı durumundadır. 1896/97 senelerinde Ermeni Yardım Kurumu'nu kurdu, 1914 senesinde ise Alman-Ermeni Cemiyeti'ni kurdu. Onun yazdığı kitaplarla, Almanya’ya çok sevdiği Ermeniler’in Osmanlı İmparatorluğunda yaşadıkları (tek taraflı) sorunlarını yaydı. İlk 1896 senesinde çıkardığı Hıristiyan ülkelerini Ermeni kardeş halkına yardıma çağrı niteliğinde bir kitabı Batıda çok sattı ve Almanca yanısıra Fransızca, İngilizce ve kısmen Rusça’ya çevrildi. Bu Armenien und Europa / Ermenistan ve Avrupa ismindeki kitapla Avrupa’da üne kavuşmuş, hemde saygın duruma gelmişti. 1916 senesinde soykırımı anlattığını iddia eden bir kitap yazdı (Bericht über die Lage des armenischen Volkes in der Türkei / Ermeni halkının Türkiyedeki durumunu anlatan rapor). Ancak soykırım araştırmaları için en önemli yeri tutacak olan üçüncü kitabını 1919 senesinde çıkardı. Alman dış dairesinin orijinal arşiv belgelerini kitap halinde çıkarmakla görevlendirilmişti. Alman dış dairesi bu görevi Lepsius’a verirken, amacı netti: Lepsius sunduğu belgeler derlemesiyle, Almanyayı gelecek Sevr Antlaşmasında kârli bir pozisyona getirecekti.[2] (Cem Özgönülün daha sonra ispatladığı gibi, Lepsius görevini yerine getirirken, sadece Almanyayı kârlı bir pozisyona değil, aynı zamanda Türkiyeyi suçlayacaktı.) Lepsius 444 arşiv belgesi seçip, kitabını yazdı. Orijinal belgelere dayandığı düşünüldüğü için, bu kitap Ermeni tezi için temel taşlarından biri oldu. Özellikle diğer temel taşı olan Andonyan belgeleri 1984 yılında sahte oldukları ispatlandıktan sonra, Lepsius belgeleri en önemli yeri tutar duruma geldi.
Bunun dışında James Bryce ve Arnold Toynbee'nin yazdıkları Blue Book önemli yer kapsıyordu. Başka Ermeni tezini ispatladıklarını iddia eden veya Ermeni tezini savunan kitap yazmış olan isimler: Wolfgang Gust, Mihran Dabag, Taner Akçam, Tessa Hofmann, Rolf Hosfeld, Christopher J. Walker, Hans-Lukas Kieser, Peter Balakian, Vahakn N. Dadrian vs.
Ancak özellikle son yıllarda Türk tezini savunan kitaplar piyasaya sürülmeye başlandı. Bu bilimadamlarının Osmanli idaresinin Ermenileri yok etme niyetinin olmadığını ileri süren tezlerinin ortak paydası şöyle toparlanabilir: savaş bölgeleri dışındaki Ermeniler (Batı Anadolu, Güney Balkan) sürgüne gönderilmediler, savaş bölgelerinde Ermeni ölü kadar, Ermeni olmayan ölü de vardı, ölümler genellikle salgın hastalıklar ve gıda yetersizliğinden gerçekleşmişti, Halep civarındaki Ermeniler treni kullanmakta serbesttiler, Doğu Anadolu’dan sürgün edilenlerin ölüm sayısındaki yüksek sayı, teknolojik yetersizlikten dolayı (yani mesela bir demiryolunun bulumayışından dolayı) gerçekleşmişti, Ermeniler Suriye’ye sürgün edilmişti yani Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalacaklardı, ayrıca yazılı bir emir bulunmadı. Osmanlı nüfus kayıtlarına göre Ermeni nüfusu 1 milyon yokken 1 milyon 500 bin Ermeninin katledildiği söylenmektedir. Bu tezleri (Batı dünyasında) Bernard Lewis, Gilles Veinstein, Erich Feigl, Donald Qataert, Guenter Lewy, Cem Özgönül, Justin McCarthy, Udo Witzens savunmaktadır.
http://tr.wikipedia.org dan alınmıstır..