Bugünkü Çad toprakları üzerinde 19. yüzyılın ortalarında, başlangıçta fil avcılığı ve ticaret kervanlarına rehberlik yapan Zübeyr adlı bir şahıs bir İslâm devleti kurdu. Onun kurduğu devlet kısa zamanda geniş alana yayıldı. Bu devlet bölgedeki kabileleri ve bölgedeki Veday krallığını kendine bağladı. Bu devlet, 1878 - 1900 yılları arasında saltanatı elinde tutan Rabih bin Zubeyr zamanında bölgenin en güçlü devleti oldu Rabih bin Zubeyr'in saltanatının devam ettiği sıralarda Fransız sömürgeciler bölgeye askeri güçler göndermeye başladılar. Fransız güçleri girdikleri yerlerdeki yerel yöneticilerin saltanatlarına son veriyorlardı. Kral Rabih Fransızlara karşı koydu. 1880 ve 1890'da Fransız birliklerine karşı verdiği savaşları kazandı. Bu durum karşısında Fransız sömürgeciler Çad çevresinde bazı yerlere yeni askeri üsler kurdular. 4 Şubat 1894'te de Fransız, İngiliz ve Alman sömürgeciler aralarında anlaşma yaparak Çad gölü çevresini paylaştılar. Bu paylaşmada bugünkü Çad toprakları Fransa'nın payına düştü. Fransızların Çad topraklarını ele geçirmek için saldırıları devam etti. Müslümanlar uzun süre vatanlarını kahramanca savundular. Bu kahramanca mücadelenin başını çeken Sultan Rabih 1900'de öldürüldü. Ondan sonra oğlu Fadlullah bu mücadeleyi sürdürdü. O da 1909'da öldürüldü. Fransızlar bu arada bölgedeki önemli merkezleri ele geçirmiş birçok yerel yönetimi ortadan kaldırmışlardı. 1911'de gerçekleşen bir savaştan sonra da Çad'ın tamamını ele geçirdiler. Fransız araştırmacılar Çad'ın tarihini Fransa'nın burayı işgal ettiği yıldan başlatırlar ve öncesini bir vahşet olarak nitelerler. Oysa işin gerçeğinde Fransızların Çad'ı işgalleriyle birlikte bu ülkede bir kara dönem, bir vahşet dönemi başlamıştır. İşgalci Fransızlar Çad'da çok sayıda camiyi ve medreseyi yıktılar. İslâmi eğitimi tamamen yasaklayarak Müslümanların dinlerini öğrenmelerine engel oldular. Bütün dini cemiyetlerini kapattılar. Çok sayıda ilim adamını zindanlara atarak işkenceyle öldürdüler. Müslüman kadınları rencide ettiler. Bazı Müslüman ilim adamları Fransız zulmünden kurtulmak için çeşitli yerlere kaçtılar. Fransızlar bunları ortaya çıkarmak amacıyla 1917'de Çad'da dini hayatın yeniden düzenlenmesi konusunda Abeşe şehrinde bir sempozyum düzenleneceğini açıkladı ve bunu her tarafta ilan etti. 400 kadar ilim adamı olumlu bir gelişme olacağını ümit ederek sempozyumun düzenleneceği salona toplandılar. Ancak çok geçmeden Fransız güçleri salonu her taraftan sararak toplanan ilim adamlarının hepsini öldürdüler. Fransızların cinayetleri ve katliamları sonraki yıllarda da devam etti. Fransızların Müslüman ilim adamlarını ve dinlerine bağlı Müslümanları yok etmekteki amacı Çadlılara dinlerini öğretecek, İslâm'ı hakkıyla bilen birini hayatta bırakmamaktı. Fransızlar Çadlı Müslümanları dinlerinden habersiz bir hale getirdikten sonra ya hıristiyan yapacaklarını ya da eski putperest adetlerine döndüreceklerini umuyorlardı. Fransızlar Çad'ın güneyinde yaşayan putperestlerle işbirliği yaparak siyasi ve ekonomik politikalarında sürekli onları gözettiler. Bu yüzden ülkedeki ekonomik denge Müslümanların aleyhine bozuldu. Bu durum sonraki yıllarda istikrarsızlığa ve ciddi problemlere yol açtı.
1944'te Çad'a Fransa'ya bağlı bir deniz aşırı ülke statüsü verildi. Bu, Çad'a kısmi özerklik verilmesi anlamı taşıyordu. Ancak dışişlerinde Fransız denetimi devam edecekti. 1947'de Fransa'nın denetiminde ilk genel seçim yapıldı. Seçim sonrasında oluşturulan parlamentoya hep Fransa yanlıları seçilmişlerdi. 1947'de seçim yapılmasına rağmen Çadlılar ilk hükümetlerini ancak on yıl sonra yani 1957'de kurabilmişlerdir. Bu ilk hükümetin başına da Batı Hindistan'dan gelerek Çad'a yerleşmiş olan ve Fransa'ya bağlılığıyla bilinen Gabriel Lisette getirilmişti. Onun hükümetinde görev alanlar da hep Fransa'ya yakınlıklarıyla bilinen, Fransa'nın çıkarlarını gözeteceklerine kesin gözüyle bakılan kimselerdi. Yani Fransa'nın çıkarlarını koruma görevi artık Çadlılara verilmişti.